Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Tazminat Davası 2025
- Hasan Can Uca
- 26 Oca 2024
- 23 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 27 Oca
Malpraktis (Doktor Hatası) Nedir?
Doktor hatası veya tıpta yanlış uygulama olarak bilinen malpraktis; doktorun veya hastanenin ihmali, özensizliği, deneyimsizliği veya bilgisizliği nedeniyle hasta üzerinde hatalı teşhis ve tedavi, eksik bakım, eksik tedavi ve yanlış bakım sonucu hastada meydana gelen zarardır.
Hekimlik Meslek Etiği Kuralları'nın 13. maddesinde malpraktis; bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi diğer bir deyişle "hekimliğin kötü uygulaması" olarak tanımlanmıştır.
Komplikasyon Nedir?
Komplikasyon, tıbbi müdahale sonucunda öngörülemeyen, öngörülse de önlenemeyen, önlemler alınsa dahi ortaya çıkan, her türlü özene rağmen oluşabilen istenmeyen sonuç olarak tanımlanabilir. Uygulanan tedavinin başarıya ulaşmaması ya da uygulanan tedavi kapsamında ortaya çıkan komplikasyonlar malpraktis olarak nitelendirilemez.
Kural olarak doktor tıbbi müdahale sonucu oluşan komplikasyonlardan sorumlu değildir. Ancak bunun için doktorun komplikasyon sürecini özen borcuna uygun olarak iyi yönetmesi, tıbbi müdahale öncesinde hastayı oluşabilecek komplikasyonlar hakkında aydınlatması ve tıbbi müdahaleye yönelik rızasını almış olması gerekmektedir. Aksi halde doktor komplikasyon halinde de hastanın tıbbi müdahale nedeniyle uğramış olduğu zararlardan sorumlu tutulur.
Tıbbi Müdahalenin Hukuka Uygunluğunun Şartları Nelerdir?
Tıbbi müdahale, bireyin vücut bütünlüğüne yapılan bir işlem olması sebebiyle, kişilik haklarına yönelik bir müdahale niteliği taşır. Bu nedenle, hukuka uygun olmayan tıbbi müdahaleler hem hukuki hem de cezai sorumluluk doğurabilir. Tıbbi müdahalenin hukuka uygun kabul edilebilmesi için belirli şartların sağlanması gereklidir.
1. Yetkili Kişi Tarafından Yapılmış Olması
Tıbbi müdahalenin hukuka uygun kabul edilebilmesi için ilk şart, müdahalenin yetkili bir sağlık çalışanı tarafından gerçekleştirilmesidir.
Türk hukukunda, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 1. maddesi ve Ek 13. maddesi, tıbbi müdahale yetkisini hekimlere ve diş hekimlerine tanımaktadır. Yetkisiz kişilerce yapılan tıbbi müdahaleler, hastanın rızası bulunsa dahi hukuka aykırıdır.
TABABET VE ŞUABATI SAN'ATLARININ TARZI İCRASINA DAİR KANUN MADDE 1
Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde tababet icra ve her hangi surette olursa olsun hasta tedavi edebilmek için tıp fakültesinden diploma sahibi olmak şarttır.
2. Tıbbi Gereklilik (Endikasyon) Bulunması
Tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğu için, müdahalenin tıbbi açıdan gerekli ve zorunlu olması şarttır. Endikasyon, hastanın tedavi edilmesi veya sağlık durumunun iyileştirilmesi için tıbbi veriler ışığında müdahalenin gerekliliğini ifade eder.
Endikasyon olmadan yapılan tıbbi müdahaleler hukuka aykırıdır. Hastanın rızası olsa bile, tıbbi bir gereklilik olmaksızın yapılan müdahaleler yasal olarak geçerli kabul edilmez.
3. Tıbbi Standartlara Uygunluk
Tıbbi müdahalenin hukuka uygun olabilmesi için, müdahalenin tıp bilimine, güncel tıbbi standartlara ve tıbbi tekniğe uygun şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Hekim, müdahale sırasında literatürde kabul edilen güncel bilimsel bilgiler ve tedavi yöntemleri doğrultusunda hareket etmelidir.
Tıbbi standartlar, tıp biliminin kabul edilmiş güncel bilgileri ve tedaviye yönelik ispatlanmış deneyimlerden oluşur.
4. Hastanın Aydınlatılmış Onamının Alınması
Hastanın rızası, tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğu için vazgeçilmez bir şarttır. Ancak bu rızanın geçerli olabilmesi için, hastanın aydınlatılmış onamı alınmalıdır.
Hekim, hastayı müdahale süreci, olası riskler, tehlikeler ve sonuçlar hakkında açık bir şekilde bilgilendirmekle yükümlüdür.
Hastanın onamı, yalnızca aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmesi durumunda geçerli kabul edilir.
Aydınlatma yükümlülüğüne aykırı hareket edilmesi, hastanın rızasının geçersiz sayılmasına ve müdahalenin hukuka aykırı olarak değerlendirilmesine yol açar.
Hukuka Aykırı Tıbbi Müdahalelerin Sonuçları
Hukuka uygunluk şartlarından birinin eksik olması durumunda, yapılan tıbbi müdahale hukuka aykırı kabul edilir. Bu durumda hekim veya sağlık çalışanı için tazminat yükümlülüğü ile idari ve cezai sorumluluk doğabilir.
Tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğu, hem hastaların temel haklarının korunması hem de sağlık çalışanlarının hukuki sorumluluktan muaf tutulması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, tıbbi müdahalelerin yetkili kişiler tarafından, tıbbi gereklilikler doğrultusunda, tıbbi standartlara uygun ve hastanın aydınlatılmış onamı alınarak gerçekleştirilmesi şarttır.
Hekimin Yükümlülükleri Nelerdir?
Hekim ile hasta arasındaki ilişki, genellikle bir sözleşme ilişkisi çerçevesinde şekillenir. Bu ilişki, hekime çeşitli asli ve yan yükümlülükler getirirken, hastanın zarar görmesi durumunda hekimin hukuki sorumluluğunu da gündeme getirebilir.
Hasta ile hekim arasında bir sözleşme ilişkisi varsa, hekim Türk Borçlar Kanunu (TBK) çerçevesinde bazı yükümlülükler üstlenir.
Hekimin temel yükümlülüğü, hastayı tedavi etmektir. Bu yükümlülük, hekimin uzmanlık alanına uygun olarak hastalığın teşhisi ve tedavisini içerir.
Hekim, hastasını uygulanacak tıbbi müdahale, süreç, riskler ve olası sonuçlar hakkında açık ve anlaşılır bir şekilde bilgilendirmekle yükümlüdür. Aydınlatma yükümlülüğüne uyulmaması, hekimin sözleşmeyi ihlal ettiği anlamına gelir.
Hekim, hastasına karşı sadakatle hareket etmeli ve mesleki standartlara uygun şekilde özen göstermelidir. Bu yükümlülük, teşhis ve tedavi sürecinde dikkatli davranmayı ve hastanın haklarını korumayı içerir.
Hekim, hastasının sağlık durumunu doğru bir şekilde değerlendirmek ve uygun tedaviyi belirlemek amacıyla muayene yapmakla yükümlüdür.
Hekim, hastasının sağlık bilgilerini ve özel hayatına ilişkin bilgileri gizli tutmak zorundadır. Bu yükümlülük, hekimlik mesleğinin temel etik ilkelerinden biridir.
Hekimin Hukuki Sorumluluğu Nelerdir?
Hekimin hukuki sorumluluğu, sözleşmeden doğan veya sözleşme dışı bir yükümlülüğün ihlali sonucunda ortaya çıkabilir. Hekimin hukuki sorumluluğunun doğabilmesi için bazı temel şartlar bulunmaktadır:
Hekimin davranışının kusurlu olması, hukuki sorumluluğun ön şartıdır. Kusur, hekimin tedavi sürecindeki dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmasını ifade eder. Ayrıca hekimin sorumlu tutulabilmesi için hastanın maddi veya manevi bir zarara uğramış olması gerekir.
Maddi zarar hastanın malvarlığında bir eksilme meydana gelmesidir. Örneğin, tedavi masrafları veya çalışma gücündeki kayıp maddi zarara örnek teşkil eder. Manevi zarar olarak hastanın veya yakınlarının kişilik haklarında meydana gelen zararlar manevi tazminat konusu olabilir.
Hastanın uğradığı zarar ile hekimin kusurlu davranışı arasında doğrudan bir bağlantı bulunmalıdır. Nedensellik bağı kurulamadığı durumlarda hukuki sorumluluktan bahsedilemez.
Hekim, kusurlu davranışıyla hastasına zarar vermesi durumunda, Türk Borçlar Kanunu m. 112 kapsamında tazminat yükümlülüğü altına girer. Maddi tazminat hastanın uğradığı ekonomik kayıpları telafi etmeye yöneliktir. Manevi tazminat hastanın veya yakınlarının yaşadığı manevi acı ve ıstırabı telafi etmek amacıyla ödenir.
Hekimin, borçlarını gereği gibi ifa ettiğini ispat etme yükümlülüğü bulunmaktadır. Tedavi sürecinde dikkatli ve özenli davrandığını, tıbbi standartlara uygun hareket ettiğini ispat edemeyen hekim, hukuki sorumlulukla karşılaşabilir.
Doktorun hukuki sorumluluğu, hem hasta haklarının korunması hem de sağlık hizmetlerinin güvenilirliğinin sağlanması açısından büyük önem taşır. Hekimler, mesleki standartlara uygun şekilde hareket ederek, yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirmekle mükelleftir. Hastalar ise hak ihlali durumunda, hukuki yollara başvurarak zararlarının tazminini talep edebilirler.
Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Tazminat Davasını Kimler Açabilir?
Hatalı tıbbi müdahale sonucu maddi veya manevi zarara uğrayan kişiler, bu zararın tazmini için malpraktis sebebiyle tazminat davası açabilir. Malpraktis davalarında davacı olabilecek kişiler şunlardır:
Zarar Gören Hasta: Tıbbi müdahale nedeniyle doğrudan maddi veya manevi zarara uğrayan hasta, tazminat davasını açabilecek birincil kişidir. Hasta, tedavi masrafları, gelir kaybı veya başka ekonomik kayıplar için maddi tazminat talep edebilir. Hatalı müdahalenin hastanın ruhsal ve fiziksel sağlığında yarattığı olumsuz etkiler nedeniyle manevi tazminat talep edilebilir.
Destekten Yoksun Kalan Kişiler: Eğer hatalı tıbbi müdahale hastanın vefatıyla sonuçlanmışsa, hastanın mali destek sağladığı kişiler, destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilir. Bu kişiler, mirasçılık sıfatından bağımsız olarak davacı olabilirler.
Hastanın Yakınları: Ağır bedensel zarar veya ölüm halinde, zarar gören hastanın yakınları da manevi tazminat talebinde bulunabilirler. Yakınların manevi tazminat talebi, zarar görenin uğradığı manevi zararın etkilerinin dolaylı olarak kendilerini etkilemesi durumunda mümkündür.
Mirasçılar: Hastanın vefatı halinde, mirasçıları maddi tazminat davası açabilir. Ancak manevi tazminat talebinin mirasçılara geçebilmesi için, hastanın ölmeden önce manevi tazminat talebine ilişkin iradesini açıkça ortaya koymuş olması gerekir (TMK m. 25/4). Bu irade, dava açarak veya dava açma iradesini açıklayarak gösterilebilir.
TÜRK MEDENİ KANUNU MADDE 25/4
Manevî tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez.
Malpraktis (Doktor Hatası) Tazminat Davası Kimlere Karşı Açılır?
Malpraktis tazminat davalarında, davalı tarafın belirlenmesi, hatalı tıbbi müdahaleyi gerçekleştiren sağlık personelinin çalışma statüsüne ve sorumluluğun kaynağına göre değişiklik gösterir:
Serbest Çalışan Hekimler: Hekim serbest çalışıyorsa, malpraktis nedeniyle açılacak tazminat davası doğrudan hekime karşı yöneltilir. Bu durumda hekimlik sözleşmesine aykırılık nedeniyle tazminat talep edilebilir.
Özel Hastanelerde Çalışan Hekimler: Hekim, özel bir hastanede çalışıyorsa, zarar gören hasta, hem hekime hem de hastaneye karşı tazminat davası açabilir. Bu durumda, hastane ve hekim müteselsil sorumlu kabul edilir.
Kamu Hastanelerinde Çalışan Hekimler: Hekim kamu hastanesinde çalışıyorsa, kamu görevlisi statüsündedir ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabidir. Bu nedenle, hekim aleyhine doğrudan dava açılamaz. Zarar gören hasta, hizmet kusurundan dolayı bağlı bulunduğu kuruma karşı idari yargıda dava açmak zorundadır.
Sigorta Şirketleri: 1219 sayılı Kanun’un Ek-12. maddesi uyarınca, hekimlerin mesleki faaliyetleri sırasında neden oldukları zararlara karşı sigorta yaptırmaları zorunludur. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1478. maddesi uyarınca, zarar gören hasta, zararının sigorta bedeline kadar olan kısmını sigorta şirketinden doğrudan talep edebilir.
TÜRK TİCARET KANUNU MADDE 1478
Zarar gören, uğradığı zararın sigorta bedeline kadar olan kısmının tazminini, sigorta sözleşmesi için geçerli zamanaşımı süresi içinde kalmak şartıyla, doğrudan sigortacıdan isteyebilir.

Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Tazminat Davasında Arabuluculuk
Malpraktis (doktor hatası) sebebiyle tazminat davalarında arabuluculuk, uyuşmazlıkların dava açılmadan önce çözülmesi için önemli bir aşamadır. Bu tür davalarda hangi mahkemenin görevli olduğu ve arabuluculuğun dava şartı olup olmadığı, davanın taraflarına ve içeriğine bağlı olarak değişiklik göstermektedir.
Eğer malpraktis davası hekim ve/veya hastaneye karşı açılıyorsa, bu tür davalar Tüketici Mahkemesi'nin görev alanına girer. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun çerçevesinde bu tür davalarda arabuluculuk dava şartıdır.
Bu nedenle davacı tarafın mahkemeye başvurmadan önce arabulucuya müracaat etmesi zorunludur. Arabuluculuk sürecinde anlaşmaya varılamazsa, davacı taraf Tüketici Mahkemesi’nde dava açabilir.
Eğer dava sadece hekimin sorumluluk sigorta şirketine karşı açılıyorsa, bu davalar Ticaret Mahkemesi'nin görev alanına girer. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ve ilgili düzenlemeler gereği, ticari uyuşmazlıklarda arabuluculuk dava şartıdır.
Bu kapsamda, zarar gören hasta veya yakınları, mahkemeye başvurmadan önce arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk süreci sonuçlanmadan Ticaret Mahkemesi’ne dava açılamaz.
Malpraktis davalarında arabuluculuk, hem Tüketici Mahkemesi hem de Ticaret Mahkemesi’ne başvurmadan önce tamamlanması gereken bir süreçtir.
Arabuluculuk, yalnızca özel hukuk uyuşmazlıkları için öngörülmüş bir çözüm yoludur. Kamu hastanelerinde çalışan hekimlerin sebep olduğu zararlara ilişkin tazminat davaları, idare hukuku kapsamında olduğu için arabuluculuk süreci uygulanmaz.
Malpraktis (Doktor Hastası) Sebebiyle Tazminat Davası Nerede Açılır?
Malpraktis sebebiyle tazminat davasının nerede açılacağı, davalının kim olduğuna ve davanın niteliğine bağlı olarak değişmektedir. Hekimin bağımsız çalışması, özel hastanede çalışması veya kamu hastanesinde çalışması durumu, görevli ve yetkili mahkemenin tespitinde farklılıklar yaratmaktadır.
Malpraktis (Doktor Hastası) Sebebiyle Tazminat Davasında Görevli Mahkeme
6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK) uyarınca, eser ve vekalet sözleşmeleri tüketici işlemi sayılmaktadır. Hekim tarafından sunulan teşhis ve tedavi hizmetleri, TKHK kapsamında "hizmet" olarak değerlendirilir.
Bu nedenle hekimin bağımsız veya özel hastanede çalışması durumunda hekime veya özel hastaneye karşı açılan tazminat davalarında görevli mahkeme, tüketici mahkemesidir.
Ancak, 2025 yılı itibariyle tazminat talebi 149.000 TL’nin altında ise, tüketici mahkemesinde dava açılamaz; bu durumda İlçe veya İl Tüketici Hakem Heyetlerine başvurulması zorunludur.
Hekimin sigorta şirketine karşı doğrudan dava açılması halinde, sigorta sözleşmeleri 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) m. 4/1(a) kapsamında ticari iş sayıldığından, görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesidir.
Kamu ve vakıf hastanelerinde çalışan hekimlerin hizmet kusurlarından kaynaklanan zararlar nedeniyle açılan davalarda görevli mahkeme idare mahkemesidir. Bu durumda dava idari yargı usulüne uygun olarak yürütülmelidir.
Malpraktis (Doktor Hastası) Sebebiyle Tazminat Davasında Yetkili Mahkeme
Yetkili mahkeme, davanın hangi yer mahkemesinde açılacağını belirler. Malpraktis (doktor hatası) sebebiyle tazminat davalarında yetki kuralları, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ve TKHK’da yer alan hükümler uyarınca tespit edilir.
HMK m. 6 uyarınca, davalının yerleşim yeri mahkemesi, genel yetkili mahkeme olarak belirlenmiştir.
HMK m. 10’a göre, sözleşmenin ifa edildiği yer mahkemesi de yetkilidir. Hekimin tedavi hizmeti verdiği yer mahkemesinde dava açılabilir.
TKHK uyarınca, tüketici kendi yerleşim yerinde de dava açabilir. Bu düzenleme, tüketiciye seçimlik yetki hakkı tanımaktadır.
Kamu hastanelerine karşı açılan davalarda, idare mahkemesinin yetkisi, kamu hizmetinin sunulduğu yer dikkate alınarak belirlenir.
Malpraktis davalarında görevli ve yetkili mahkeme, davalının niteliğine ve taraflara bağlı olarak değişmektedir; tüketici mahkemesi, asliye ticaret mahkemesi veya idare mahkemesi görevli olabilmektedir. Yetki konusunda ise HMK ve TKHK’da yer alan genel ve özel düzenlemeler dikkate alınarak, davanın nerede açılacağı tespit edilmelidir.
Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Tazminat Davalarında Hangi Tazminatlar İstenebilir?
Hekimlerin, tıbbi müdahale sırasında kusurlu davranışları nedeniyle hastaya veya hasta yakınlarına verdiği zararlar için maddi tazminat ve manevi tazminat istenebilir.
Maddi tazminat, tedavi giderleri, kazanç kaybı ve destekten yoksun kalma gibi somut zararlara odaklanırken; manevi tazminat, hastanın ve yakınlarının yaşadığı elem ve ıstırabın hafifletilmesini amaçlar.
Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Maddi Tazminat
Maddi tazminat, hatalı tıbbi müdahale sonucu hastanın veya hasta yakınlarının malvarlığında meydana gelen azalmaları karşılamayı hedefler. Bu zararlar, doğrudan maddi kayıpları ve gelecekteki olası ekonomik zararları kapsar.
a) Hastanın Bedensel Zarara Uğraması Halinde Maddi Tazminat Kapsamına Giren Zararlar
Hastanın hatalı tıbbi müdahale sonucu bedensel zarara uğraması durumunda TBK m. 54 uyarınca şu zararlar talep edilebilir:
Tedavi Giderleri:
Hatalı müdahale nedeniyle yapılan hastane, ameliyat, ilaç, klinik tetkik, tekerlekli sandalye gibi giderler.
Hastanın tedavi sürecinde oluşan ulaşım ve hastabakıcı masrafları.
Tedavi sonrası iyileşme sürecine yönelik bakım hizmetleri.
Kazanç Kaybı:
Hatalı tıbbi müdahale nedeniyle çalışamayan hastanın uğradığı gelir kaybı.
Efor kaybı da tazminat kapsamında değerlendirilebilir.
Çalışma Gücünün Azalmasından veya Yitirilmesinden Doğan Zararlar:
Hastanın iş yapma yeteneğinin tamamen veya kısmen kaybolması sonucu oluşan zararlar.
Çalışmayan veya işsiz bir kişinin de çalışma gücü kaybına uğraması halinde, bu zarar tazmin edilebilir.
Bu zararlar geçici iş göremezlik ve sürekli iş göremezlik olarak nitelendirilir.
Ekonomik Geleceğin Sarsılmasından Doğan Kayıplar:
Hastanın mesleki gelişiminin engellenmesi veya işini kaybetmesi durumunda oluşan ekonomik kayıplar.
TÜRK BORÇLAR KANUNU MADDE 54
Bedensel zararlar özellikle şunlardır: 1. Tedavi giderleri. 2. Kazanç kaybı. 3. Çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar. 4. Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar.
b) Ölüm Halinde Maddi Tazminat
Hastanın hatalı tıbbi müdahale sonucu vefatı durumunda TBK m. 53 uyarınca şu zararlar talep edilebilir:
Cenaze Giderleri:
Defin masrafları, otopsi giderleri, mezar taşı ve diğer defin işlemleri.
Ölümün Hemen Gerçekleşmemesi Halinde Ölene Kadar Olan Tedavi Giderleri ve Çalışma Gücünün Azalmasından Doğan Kayıplar:
Ölüm hemen gerçekleşmemişse, ölene kadar yapılan tedavi masrafları ve çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar.
Destekten Yoksun Kalma Tazminatı:
Ölen kişinin mali desteğinden yoksun kalanların uğradığı zararlar. Bu tazminat, ölenin mirasçısı olup olmamasına bakılmaksızın talep edilebilir.
TÜRK BORÇLAR KANUNU MADDE 53
Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle şunlardır: 1. Cenaze giderleri. 2. Ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar. 3. Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar.
Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Manevi Tazminat
Malpraktis davalarında manevi tazminat, doktorun hukuka aykırı eylemi veya ihmali nedeniyle hastanın kişilik haklarının zarar görmesi durumunda talep edilebilen bir tazminat türüdür.
Bu tazminat, zarar görenin yaşadığı acı, elem ve ızdırabın bir nebze de olsa telafi edilmesi amacı taşır. Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 56. maddesi uyarınca, manevi tazminat yalnızca zarar görene değil, belirli şartların varlığı halinde zarar görenin yakınlarına da tanınmıştır.
TÜRK BORÇLAR KANUNU MADDE 56
Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir.
Malpraktis Sebebiyle Manevi Zararın Kapsamı
Manevi zarar, bireyin kişilik haklarının ihlali sonucu manevi değerlerinde meydana gelen eksilmeyi ifade eder. Kişilik hakları; bireyin yaşama hakkı, beden bütünlüğü, özel hayatı, sağlık hakkı, onuru, özgürlüğü, aile ve toplumsal saygınlığı gibi unsurları kapsar. Malpraktis sonucu meydana gelen zarar, hastanın veya yakınlarının manevi dünyasında telafisi zor izler bırakabilir.
Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Manevi Tazminatın Şartları
Manevi tazminat talebinde bulunulabilmesi için bazı hukuki şartların varlığı gereklidir:
Kişilik Haklarının İhlali:
Malpraktis neticesinde hastanın yaşam hakkı, beden bütünlüğü veya diğer kişilik haklarının ihlal edilmiş olması.
Hukuka Aykırılık:
Hekimin kusurlu bir davranışının veya ihmalkarlığının hukuka aykırı bir sonuç doğurmuş olması.
Zarar ve Fiil Arasındaki Nedensellik Bağı:
Hekimin kusurlu eylemi ile manevi zarar arasında doğrudan bir bağlantı bulunmalıdır.
Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Zarar Gören Hasta Yakınlarının Manevi Tazminat Hakkı
TBK’nın 56. maddesi, sadece zarar gören hastaya değil, belirli şartlar altında zarar görenin yakınlarına da manevi tazminat talep etme hakkı tanır. Yakınların bu hakkı kullanabilmesi için:
Zarar görenin ağır bedensel zarar görmesi veya ölmesi,
Yakınların hukuka aykırı fiilden ciddi şekilde etkilenmiş olması,
Zarar görenin vefatı durumunda yakınlarının yaşam koşullarının kalıcı olarak değişmiş olması gerekmektedir.
Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Manevi Tazminat Miktarının Belirlenmesi
Manevi tazminatın miktarı, somut olayın özelliklerine göre hakim tarafından belirlenir. Tazminat miktarı belirlenirken dikkate alınan faktörler şunlardır:
Zararın Boyutu: Bedensel zararın derecesi ve bu zararın günlük hayata etkisi.
İyileşme Süreci: Hastanın tedavi sürecinde çektiği acılar ve uygulanan tedavilerin niteliği.
Kalıcı İzler: Bedensel veya ruhsal zararların kalıcı hasar bırakıp bırakmadığı.
Tarafların Sosyoekonomik Durumu: Zarar gören ve kusurlu tarafın maddi durumları.
Manevi tazminatın amacı, zarar görenin yaşadığı acıyı tamamen ortadan kaldırmak değil, bu acının etkilerini hafifletmek ve bir nebze de olsa teselli sağlamaktır. Bu nedenle, tazminat miktarının belirlenmesinde orantılılık ve adalet ilkeleri esas alınır.
Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Tazminat Davasında Zamanaşımı
Malpraktis nedeniyle açılacak tazminat davalarında zamanaşımı süreleri, davanın dayandığı hukuki ilişkiye ve tarafların durumuna göre değişiklik göstermektedir.
Vekalet veya eser sözleşmesine dayalı hekim sorumluluğu durumunda, zararın öğrenilmesinden itibaren 5 yıl içinde dava açılmalıdır.
Malpraktis sonucu zararın sigorta şirketinden talep edilmesi durumunda, Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 1482. maddesi gereği zamanaşımı süresi, sigorta konusu olayın gerçekleştiği tarihten itibaren 10 yıldır.
Kamu hastanesinde çalışan hekimlerin hatalarından doğan tazminat davaları, idareye karşı açılmalıdır. Bu davalarda zamanaşımı süreleri, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’na göre belirlenir.
Zararın öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl, her halükarda zararı doğuran eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren 5 yıl içinde idareye başvuru yapılmalıdır. İdare, başvuruya 30 gün içinde cevap vermezse ya da talebi reddederse, zarara uğrayan kişi bu tarihten itibaren 30 gün içinde tam yargı davası açmalıdır.
Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Tazminat Davası Sonucu Hükmedilen Tazminatı Sigorta Karşılar mı?
Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası doktorlar dahil bazı sağlık çalışanlarını kapsayarak doktor hatalarından kaynaklanan zararlara karşı bir güvence sağlar. Bu sayede, doktor hatası sebebiyle hasta lehine mahkemece hükmedilen maddi ve manevi tazminat sigorta şirketleri tarafından karşılanır.
Malpraktis (Doktor Hatası) sebebiyle tazminat davaları teknik davalar olup sağlık hukuku alanında bilgili ve tecrübeli bir avukatla birlikte çalışmanızı öneririz. Malpraktis (Doktor Hatası) sebebiyle tazminat davaları hakkında bilgi almak için her zaman bize danışabilirsiniz.
Malpraktis (Doktor Hatası) sebebiyle ceza davaları hakkında bilgi almak için Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Ceza Davası isimli yazımızı okuyabilirsiniz.
Malpraktis (Doktor Hatası) Sebebiyle Tazminat Davasına İlişkin Yargıtay Kararları
Hekim ve hastanenin hastayı aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirdiğini ispat etmesi gerektiğine ilişkin Yargıtay Kararı
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2020/9693 E., 2021/9450 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ... 1. TÜKETİCİ MAHKEMESİ
Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen tazminat davasının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik olarak verilen kararın, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı; bel ağrısı şikayetiyle gittiği davalı hastanede kendisine fıtık teşhisi konulduğunu ve lazerle tedavi önerisini kabul ettiğini, diğer davalı doktorun 17/02/2014 tarihinde kendisini ameliyat ettiğini ve lokal anestezi uygulandığını, ameliyat sırasında bilincini kaybettiğini, dışarıda bekleyen akrabalarına bilgi verilmediğini ve daha sonra açık ameliyat yapıldığını bildirdiklerini, hiçbir muvafakati olmaksızın ameliyatın gerçekleştirdiğini, ameliyat sonrasında ağrılarının devam etmesi nedeniyle tekrar davalı doktora müracaat ettiğini, davalı doktorun kendisini tekrar ameliyat ettiğini, bu kez iki adet platin takacağını bildirmesine rağmen on adet platin takıldığını öğrendiğini, ... Devlet Hastanesi'ne müracaatı üzerine yapılan muayenesinde ve röntgenlerinde takılan platinlerden ikisinin ucunun boşlukta kalarak omuriliğini zedelediğinin, bacağını kaybetme ve yatağa bağlı kalma tehlikesi olduğunun belirtildiğini, davalı hastane ile doktorun özensiz ve kusurlu tedavileri nedeniyle bu durumun ortaya çıktığını iddia ederek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000 TL maddi ve 200.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile davalılardan tahsilini talep etmiştir.
Davalılar; davacının 17/02/2014 tarihinde şiddetli bel ve sol bacak ağrısı, sol bacakta güç kaybı ve fıtık şikayetleri ile başvurduğunu, davacının hasteneye ilk başvurusu öncesinde birçok merkeze gittiğinin ve birden fazla ameliyat geçirdiğinin dava dilekçesinde belirtilmediğini, davalı doktorun yıllardır davalı hastanede lazer tedavisi veya benzeri ameliyat yaptığını, davacının tüm ameliyatlarda hemşireler refakatinde bilgilendirildiğini ve onayının alındığını, operasyonların başarılı bir şekilde yapıldığını ve hastanın taburcu edildiğini, davacının daha sonra yaşadığı kaza, düşme ve diğer sıkıntılardan sorumlu tutulamayacaklarını, kusurları bulunmadığını, talep edilen tazminat tutarının fahiş olduğunu savunarak, davanın reddini istemişlerdir.
İlk derece mahkemesince; Adli Tıp Kurumu ve bilirkişi heyeti raporu doğrultusunda, davalılara izafe edilecek kusur bulunmadığı, davacının davasını ispatlayamadığı gerekçesiyle,, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafça istinaf edilmiştir.
Bölge adliye mahkemesince; adli tıp kurumu raporuyla konusunda uzman heyetten alınan bilirkişi raporunda meydana gelen durumun komplikasyon olduğu belirtilerek davalı tarafa kusur izafe edilmediği, dosyada mevcut belge ve deliller ile bilirkişi raporlarına göre onamın alındığının anlaşıldığı gerekçesiyle, davacının istinaf talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafça temyiz edilmiştir.
Hekim ile hasta arasındaki ilişki vekalet sözleşmesi niteliğindedir. Bu doğrultuda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanun'un 502. ve devamındaki hükümler uyarınca vekil, edimini ifa ederken sonucun elde edilmemesinden sorumlu olmamakla birlikte sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından kaynaklanan zararlardan dolayı sorumludur. Vekil edimini özenle ifa ile yükümlüdür. Bu nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa tereddüt doğuran durumlarda bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Hasta, mesleki bir iş gören vekili doktordan tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini bekleme hakkına sahiptir.
04/04/1997 tarihinde imzalanarak 09/12/2003 tarihli ve 25311 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmakla yürürlüğe giren Avrupa Biyotıp Sözleşmesi iç hukukumuzun parçası olmakla, sözleşmenin amacını düzenleyen 1. Maddesinde; ''Bu sözleşmenin tarafları tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayırım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına almakla yükümlüdürler" hükmüne, 4. maddesinde; “...araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir” düzenlemesine yer verilmiştir. Bu sözleşme, yazılı olan veya yazılı olmayan meslek kurallarına uygun müdahaleyi güvence altına almaktadır. Ayrıca, uygulamanın tedavi ya da yaşam kalitesinin yükseltilmesi amacına yönelmesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir. Sözleşmenin 5. maddesine göre; sağlık alanında herhangi bir müdahale, ancak ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılacak; kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecek; ilgili kişi, muvafakatini her zaman serbestçe geri alabilecektir.
6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nun 59/g maddesine dayalı Hekim Etiği Yönetmeliğinin ''Aydınlatılmış Onam'' başlıklı 26. maddesinde de; “Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.“ düzenlemesine yer verilmiştir. Yine Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 11. maddesinde; hastanın, modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun olarak teşhisinin konulmasını, tedavisinin yapılmasını ve bakımını istemek hakkına sahip olduğu, tababetin ilkelerine ve tababet ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı veya aldatıcı mahiyette teşhis ve tedavi yapılamayacağı; bilgilendirmenin kapsamını düzenleyen 15. maddesinde; hastaya hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği, tıbbi müdahalenin kim tarafından nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile tahmini süresi, diğer tanı ve tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri, muhtemel komplikasyonları, reddetme
durumunda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri, kullanılacak ilaçların önemli özellikleri, sağlığı için kritik olan yaşam tarzı önerileri, gerektiğinde aynı konuda tıbbî yardıma nasıl ulaşabileceği hususlarında bilgi verileceği; 18. maddesinde ise bu bilginin, mümkün olduğunca sade şekilde, tereddüt ve şüpheye yer verilmeden, hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde verileceği öngörülmüştür.
Açıklanan bu mevzuat hükümleri uyarınca; sağlık hizmetinin verilmesinde tıbbi gereklere uygun teşhis, tedavi ve bakımı özenle yapma görevinin hekime ait olduğu, hastanın uygulanan ve diğer tanı, tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hasta sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri, komplikasyonları ve reddetme durumda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri konusunda bilgi edinme hakkının bulunduğu, bu bilgilendirmenin hekim tarafından hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde yapılması gerektiği, hastayı bu şekilde aydınlatma yükümlülüğü hekimin olup, bu yükümlülüğün mevzuata ve usule uygun şekilde yerine getirdiğini ispat yükü davalılardadır.
Somut olayda; davacı tarafça bel ağrısı şikayetiyle davalı hastaneye başvurulduğu ve diğer davalı doktor tarafından tanı ve tedavi uygulandığı hususlarında uyuşmazlık yoktur. Davacı, bel fıtığı tanısı üzerine lazerle tedavi alacakken rızası ve onayı olmaksızın, bilgilendirme de yapılmadan açık ameliyat yapıldığını, ameliyatın başarısız olması neticesinde de kendisine iki platin takılacakken yine bilgi ve rızası olmaksızın on adet platin takıldığı ve bu platinlerin omuriliğinde zedelenmeye neden olmasıyla zarara uğradığını iddia etmektedir. Uyuşmazlık; davacının, davalı hastane ve davalı doktordan iddia ettiği tedavi sonraki rahatsızlıkları dolayısıyla tazminat talebinde bulunup bulunamayacağı, davalıların kusuru olup olmadığı ve davacının rızası ve onamı doğrultusunda tedavi gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği noktalarındadır.
Her ne kadar derece mahkemelerince hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu ve bilirkişi heyeti raporlarında davalılara atfedilebilecek kusur olmadığı belirtilmiş ve bu doğrultuda davanın ispatlanamadığı gerekçesiyle dava reddedilmiş ise de, söz konusu raporlar davacının zarara sebep olduğunu iddia ettiği boşta kalan platinlere ilişkin itirazları da dahil olmak üzere itirazlarını tam olarak karşılamamakla birlikte davacı dava dilekçesinde ve tahkikat aşamasındaki beyanları ile bilirkişi raporlarına karşı sunduğu itiraz dilekçelerinde aydınlatılmadığını, uygulamalar sırasında yakınlarına bilgi verilmediği ve rızası olmadığını da ısrarla belirtmiş ancak derece mahkemelerine ve bilirkişiler tarafından bu konuda da değerlendirme yapılmamıştır. Her ne kadar bilirkişi heyeti raporunda, davacının rızasının alındığı yüzeysel şekilde belirtilmiş ise de davacıya çeşitli tedaviler uygulanmakla bunlara dair hangi tarihte ne şekilde rıza alındığı, aydınlatmanın gerektiği gibi yerine getirilip getirilmediği incelenmemiş, buna dair deliller davacının itirazları doğrultusunda irdelenmemiştir.
Buna göre ilk derece mahkemesince, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında hastayı aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiğini ispat yükünün davalılarda olduğu da gözetilerek, taraf delilleri toplanıp üniversitede görev yapan öğretim üyelerinden oluşan alanında uzman bilirkişi heyetinden davacının itirazlarını ve somut iddialarını karşılar, taraf ve yargı denetimine açık, anlaşılır ve hüküm kurmaya elverişli rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararınında kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 sayılı HMK'nın 373/1 maddesi uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanun'un 371. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının davacı yararına BOZULMASINA, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 04/10/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Hastada ortaya çıkan hasarın komplikasyon olmasının aydınlatma yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağına ilişkin Yargıtay Kararı
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2021/4514 E. 2022/1654 K.
MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 19. HUKUK DAİRESİ
İLK DERECE MAHKEMESİ : İSTANBUL 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen tazminat davasının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine yönelik olarak verilen karar, davacı vekili tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmekle; duruşma günü olarak belirlenen 01/03/2022 tarihinde davacı vekili Av. ... ile davalı ...Tedavi Sağlık Hizmetleri ve İşletmeciliği A.Ş. vekili Av. ..., geldiler. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunan vekillerin sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00'e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı, rahatsızlığı dolayısıyla davalı ...Cerrahi ve Acil Tıp Servisine 01.04.2010 tarihinde başvurduğunu, Dr. ...,'in muayenesi sonrası kalçadan Voltaren ağrı kesici iğne yapıldığını ve serum takılarak Buscopan ağrı kesici verildiğini, ağrıları hafifleyince hastaneden ayrıldığını, aynı gün öğle saatlerinde ağrıların artması üzerine tekrar hastanenin acil servisine başvurduğunu, bu kez davalılardan genel cerrahi uzmanı olan Dr. ...'ün muayene edip böbrek taşı olduğunun bildirildiğini ve bu hekimin direktifi doğrultusunda tekrar Voltaren ve serum içine Buscopan verildiğini, bu iğneler sonrasında bacağında uyuşukluk meydana geldiğini, olaydan sonra 6 gün boyunca sağ bacağının uyuşuk kaldığını ve 07.04.2010 gecesinden itibaren şiddetli ağrılar oluştuğunu, Şişli Etfal Hastanesi'ne başvurduğunu, çekilen MR'da ödem olduğu ve iğne ucunun sinir kılıfına geldiğinin söylendiğini, uzun süre ağrılar ile yaşadığını, kilo kaybına uğradığını, 30 gün kadar sürdükten sonra ağrının yavaş yavaş azaldığını, ancak sinir tahribatı bıraktığını, fizik tedaviye başlandığını ve tedavinin devam ettiğini, son EMG filmlerinde sorunun geçmediğinin tespit edildiğini ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 5.000,00 TL maddi, 75.000,00 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.
İlk derece mahkemesince; ilk olarak Adli Tıp Kurumundan alınan rapor doğrultusunda davanın reddine ilişkin verilen karara karşı davacı istinaf talebinde bulunmuş, bölge adliye mahkemesince, üniversite öğretim üyelerinden oluşturulacak, konusunda uzman, akademik kariyere sahip üç kişilik bilirkişi kurulundan, davacıya yapılan enjeksiyonun usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı, hastada oluşan hasarın, “enjeksiyonun hatalı uygulanması”na bağlı olarak gelişebileceği ve bunların gelişme olasılıkları, kas içine ve usulüne uygun olarak yapılan bir enjeksiyon sonrasında “nöropati” gelişmesinin mümkün olup olamayacağı, mümkünse, bu durumun meydana getireceği bulguların neler olduğu, enjeksiyon öncesinde yapılması gereken muayenenin ve sonrasında gereken tüm tıbbi müdahalelerin yapılıp yapılmadığı üzerinde durulup irdelenmek suretiyle, olayda davalıya ve davalı hastane çalışanlarına atfı kabil bir kusur bulunup bulunmadığı konusunda rapor alınması gerektiği belirtilerek ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak dosyanın ilk derece mahkemesine iadesine karar verilmiştir.
İlk derece mahkemesince, bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararı gereğince alınan bilirkişi raporunda davalılara atfı kabil bir kusur bulunmadığının bildirildiği, bu durumda davacının davalılardan tazminat isteme hakkının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; karar, davacı vekili tarafından istinaf edilmiştir.
Bölge adliye mahkemesince; alınan bilirkişi raporunun taraf, mahkeme, istinaf, yargıtay kanun yolu denetimine olanak sağlayacak şekilde düzenlenip, hükme esas alınmaya yeterli olduğu, mahkemece verilen kararın yerinde bulunduğu kabul edilmek suretiyle davacının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş; karar, davacı tarafça temyiz edilmiştir.
Dava, davacıya uygulanan enjeksiyon sonucu sağ ayağında sinir tahribatı durumu geliştiği iddiasına dayalı maddi ve manevi tazminata ilişkindir. Taraflar arasındaki ilişki vekalet ilişkisidir. Vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan doktorların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir.
Vekil, hastanın zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumunun gerektirdiği önlemleri eksiksiz bir şekilde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmaları yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmak ve en emin yolu seçmek gerekir. Gerçekten de hasta mesleki bir iş gören vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat beklemek hakkına sahiptir. Gereken özen görevini göstermeyen vekil, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.
Diğer yandan, Biyotıp Sözleşmesinin 5. maddesinde “Rıza” konusu düzenlenmiş ve “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatını her zaman serbestçe geri alabilecektir.” düzenlemesiyle rızanın kapsamı belirlenmiş ve Dairemizin yerleşik uygulamalarına paralel düzenlemeler getirilmiştir. Salt yapılacak işleme rıza göstermek yeterli değildir. Ayrıca, komplikasyonların da izah edilmesi gerekmektedir. Ancak bu rızanın da az yukarıda vurgulandığı üzere aydınlatılmış rıza olması gerekir. Nitekim Hekim Etiği Yönetmeliği'nin 26. maddesinde düzenleme yapılmış ve "Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır.” düzenlemesiyle aydınlatmanın ne şekilde yapılacağı açıklanmıştır. Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim ya da hastanededir.
Somut olayda, ilk derece mahkemesince alınan 01.08.2019 tarihli raporda “hastada oluşan hasarın hatalı enjeksiyona bağlı gelişme olasılığı hakkında yorum yapılamayacağı, usulüne uygun enjeksiyon yapılsa dahi hastada nöropati meydana gelebileceği ve bulgularının hastada tanımlanan bulgular ile benzer olduğu, enjeksiyon öncesi ve sonrası yapılması gereken muayene ve tıbbi müdahale konusunda dosyada tıbbi bir eksiklik görülmediği, davacıda gelişen durumun komplikasyon olarak değerlendirildiği ve davalıya ve davalı hastane çalışanlarına atfı kabil bir kusur bulunmadığı” yönünde görüş bildirilmiştir.
İlk derece mahkemesince, alınan bilirkişi raporunda davalılara atfı kabil bir kusur bulunmadığının belirtildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ne var ki; davacının yapılan enjeksiyonun sonuçları ile ilgili olarak gerekli bilgilendirmenin yapılmadığı, aydınlatılmış onamın alınmadığı yönündeki iddiaları mahkemece değerlendirilmemiştir. Ortaya çıkan hasarın komplikasyon olması aydınlatma yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı gibi hastanın komplikasyonlar hakkında bilgilendirilmesi aydınlatma yükümlülüğünün bir gereğidir. Davacı dava dilekçesinde ve yargılamanın tüm aşamalarında yapılan enjeksiyonlar için davacıdan aydınlatılmış onam alınmadığını iddia etmiştir.
O halde mahkemece, davacının yapılan enjeksiyon öncesi, enjeksiyonun sonuçları ve olası komplikasyonları konusunda bilgilendirildiğine ve davacının bu işleme rıza gösterdiğine dair aydınlatılmış rızanın alındığına ilişkin aydınlatılmış onam düzenlenip düzenlenmediğinin araştırılarak, aydınlatılmış onamın alındığına dair ispat külfetinin davalı üzerinde olduğu da gözetilerek, hasıl olacak sonucu göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, HMK'nın 373. maddesinin birinci fıkrası uyarınca,iş bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nin 373. maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanununun 371. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemesi kararının davacı yararına BOZULMASINA, 3.815 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davalılardan alınıp davacıya verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 01/03/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Doktorun çalıştığı hastanenin de tazminattan sorumlu olduğuna ilişkin Yargıtay Kararı
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2020/4673 E., 2021/1033 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki manevi tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı ve davalı ... vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı, 03/04/2010 tarihinde eşi merhum ...’ın göğüs ve sırt ağrısı sebebiyle Büyükçekmece Kolon Hastanesine kaldırıldığını, hastanede doktorların hastaya anjiyo yapılması gerektiğini ancak anjiyo aletinin bulunmaması sebebiyle davalı sağlık kuruluşuna sevk ettiklerini, merhumenin hastaneye saat 13:00 sıralarında getirildiğini, davalı doktor ...’in hasta yakınlarına saat 17:00 sıralarında hastanelerindeki anjiyo aletinin bozuk olduğunu bu nedenle müdahale edemediklerini söyleyerek hastayı ...Bahçelievler Hastanesine sevk ettiğini, eşinin 17:30 - 18:00 sıralarında ... Bahçelievler Hastanesine getirildiğini ve yaklaşık 20 dk sonra doktorların eşinin vefat ettiğini bildirdiklerini, eşine gerekli tıbbi müdahale yapılsa idi vefat etmeyeceğini, eşinin vefatında davalı ...’ın Başhekim olarak idareci sıfatıyla, davalı ...’in uygulayıcı olarak, davalı Hastanenin ise doğrudan sorumlu olduğunu ileri sürerek, hukuki hakları saklı kalmak kaydıyla 50.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, davanın ... yönünden kabulüne, diğer davalılar ... ve ... Medikal Sağlık Ve Eğitim Hizmetleri A.Ş. yönünden reddine, 50.000 TL Manevi tazminatın olayın oluş şekli, hak ve nesafet gözetilerek Borçlar Kanunu 56. madde gereğince davalı ...'tan alınarak davacı tarafa ödenmesine, karar verilmiş, hüküm; davacı ve davalı ... tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara,kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Dava, davalı hastane ve davalı doktorun özen yükümlülüğüne aykırı davranması iddiası nedeniyle istenilen maddi - manevi tazminata ilişkindir. Davanın temeli vekillik
sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır.(BK 386-390)(TBK 502.506) vekil, vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı iş ve işlemlerin, davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Mesleki iş gören vekil özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur (BK 321/1 md)(TBK 400). O nedenle doktor ve hastanenin meslek alanı içinde olan bütün kusurları hafif de olsa sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Vekil, hastanın zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumunun gerektirdiği önlemleri eksiksiz bir şekilde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddütü ortadan kaldıracak araştırmaları yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmak ve en emin yol seçilmek gerekir. Gerçekten de müvekkil (hasta) mesleki bir iş gören vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat beklemek hakkına sahiptir. Gereken özen görevini göstermeyen vekil, BK 394/1(TBK 510) maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Aynı hususlar adam çalıştıran sıfatı ile doktorun görev yaptığı sağlık kuruluşları için de geçerli olup mahkemece davalı ... Medikal Sağlık Hizmetleri A.Ş. yönünden davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup kararın bozulmasını gerektirmiştir.
3- Mahkemece, 50.000 TL tazminatın davalı ...’den tahsiline karar verilmiş olup davacının faiz istemi hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiştir. Mahkemece faiz konusunda infazda tereddüt uyandırmayacak şekilde olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalının tüm, davacının sair temyiz itirazlarının reddine, 2. ve 3. bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK'nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08/02/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Comments